1919 senesi Mayısı’nın 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve Manzara-ı Umumiye: Osmanlı Devletinin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumide mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti ağır, bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumiye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği yeni tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine; âciz, haysiyetsiz, cebîn, yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı…” İşte bu sözlerle başlıyordu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün eseri “NUTUK”.
Bir tesadüf ya da önemsiz bir ayrıntı değildi bu, Gazi’nin milletine seslenişinin başlangıcının 19 Mayıs olması. 23 Nisan’daki gibi bölüp parçalanmaya çalışılan bir millet kendi iradesiyle bir araya mı getirilmişti? 30 Ağustos’taki yurdu işgal eden emperyalistler yalın ayak bir ordunun azmi ile vatan toprağından mı sökülüp atılmıştı. 29 Ekim’deki gibi Kurtuluş Mücadelesi milletin iradesinin tecellisi ile mi taçlanmıştı? Hayır, sadece bir vapur sessiz sedasız Samsun’da bir limana yanaşmıştı ve Gazi o limandan Anadolu’ya ilk adımı atmıştı. Ancak o ilk adım büyük ve kutlu bir yürüyüşe dönüşecek, Anadolu’nun en doğusundan en batısına kadar İstiklal mücadelesi ise bu adımla başlayacaktı. 19 Mayıs’ın önemini, “doğum günümdür” diyerek tasvir eden ATATÜRK, bu günün gelecek kuşaklar tarafından hatırlanması için özel çaba harcamıştı. Daha Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren kutlanan “Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün” Cumhuriyet gazetesinin 19 Mayıs 1932 tarihli gazetesinde, 13 yıl öncesi şu sözlerle hatırlanıyordu: “19 Mayıs; Türk kurtuluş tarihinde benzersiz bir hususiyeti olmak lazım gelen şerefli bir yaprak işgal eder. En nikbin kalpleri bile karartan korkunç fırtınalı gecelerin ufkundan sızan bir sabah yıldızı ne ise 19 Mayıs da bizim için odur. Çünkü o sabah mütareke sonu zincirlenen Türk’ün kurtarıcısı halas yolunda ilk adımı attı. Büyük Gazi o gün Samsun’a ayak basmıştı! Millî mücadele bu kutsi imanlı hamlenin mahsulüdür. Halâ ve zafer yıllarından sonra sulh ve sükun seneleri geçirdik; kurtuluşu tebşir eden yeni tarihin ilk günü hudutsuz zaferlerin yüksekliğini daha iyi anladıkça kıymetini daha çok tebarüz ettirdi. Bugün onun manasını daha içten kavramış olarak fazla alkışlıyoruz.”
Anadolu görevi hakkında
21 Mayıs’ta bu kez Falih Rıfkı Atay’ın Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan makalesinde 19 Mayıs’la ilgili yer alan görüşler Cumhuriyet sayfalarına taşınıyordu.
“Türk inkılap tarihinin ilk sayfası: Gazi, Anadolu’ya nasıl geçti” başlığıyla yayımlanan makalede Falih Rıfkı Atay’ın şu sözleri öne çıkarılmıştı;
“O, kararını vermişti: ‘Bir iş yapacağım ve muvaffak olacağım” diyordu.” Yazıda ayrıca Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Samsun’a dönemin Osmanlı Padişahı Sultan Vahdettin tarafından vatanı kurtarması için gönderildi iddiasına yönelik bilgiler de vardı. Şunları diyordu Atay: “1919 senesi ilkbaharı… Vahdettin hükûmetinin erkânı, Anafartalar kahramanına itimat edemiyorlar ve onu Anadolu dağlarına atarak çürütmeyi planlıyorlar. Bunun için nazırlar bir şekil de bulmuşlardır. Harbiye Nazırı Şakir Paşa bir gün Mustafa Kemal Paşa’yı çağırıyor ve bir rapor okutuyor. Ecnebi zabitlerinin bu raporunda Türklerin Samsun köylerindeki Rumlara tecavüz ettiği, fakat Osmanlı hükümetinin bu hali men edecek halde olmadığı yazılmakta, protestoda da ‘eğer devlet bu tecavüzleri hemen önlemezse bu vazifeyi biz yapacağız’ denilmektedir. Nazır bu işin tahkiki için Paşa’nın gönderilmesini doğru bulduklarını söylüyor. Gazi teklifi, kendine bir sıfat verilmek şartıyla hemen kabul ediyor. Verilecek vesika için Erkani Harbive ikinci reisi ile görüşürken: ‘Onların bütün istediklerini yazınız, fakat Şark vilâyetlerindeki kuvvetlerin kumandanı ve mıntıka dahilindeki valilere emir vermek yetkisini haiz olduğunu da kaydediniz’ diyor. İkinci reis soruyor: ‘Bir şey mi yapacaksınız?’ ‘Evet bir şey yapacağım ve bu maddeler yazılsa da yazılmasa da o şeyi yapacağım’ diyor ve gülümseyerek ilâve ediyor: ‘Vazifemizdir, çalışacağız!’ Gazi’nin dokuzuncu ordu müfettişliği kâğıdını Sadrazam Damat Ferit imzalamaktan vazgeçiyor, Harbive Nazırı tereddütle mühürlüyor.” Falih Rıfkı yazısının bundan sonraki kısmında Mustafa Kemal’in Samsun yolculuğu öncesi yaptığı planları ve Anadolu’daki örgütlenmeye İstanbul’da destek verecek kişilerle görüşmelerine yer vermektedir. Bu kişilerden birisi de İsmet Paşa’dır: “Mustafa Kemal Paşa, Süleymaniye’de İsmet Bey’in evine gidiyor, genç ve güzide erkânı harp miralayına meseleyi anlatıyor. İsmet Bey hemen soruyor: “Peki ben ne yapacağım?” “Şimdilik burada kalacaksın. Ya Harbiye Müsteşarı olacaksın, yahut Erkânı Harbiye’de esaslı bir vazife alacak, bana yardım edeceksin.” Bu görüşmenin ardından Mustafa Kemal ATATÜRK akşam yemeğine Damat Ferit’in evine davetlidir. Falih Rıfkı’nın anektodlarına göre yemek oldukça soğuk bir havada geçer. Elbette bu şartlar göz önüne alındığında beklenen bir şeydir. Yemekte geçen konuşmalardan Damat Ferit’in, Mustafa Kemal’in kendisine verilen görevden başka bir şeyler planladığından kuşkulandığı görülmektedir: “Bir iki kelimeden sonra derin bir durgunluk başlamıştır. Biraz sonra Cevat Paşa da gelir. Soğukluk içinde yemek yenilir. Yemekten sonra Sadrazam: ‘Biraz konuşalım müfettiş paşa bize biraz izahat versin’ der. Ortaya Anadolu haritası çıkarılır. Damat Ferit: ‘Samsun’da ne yapacaksınız’ diye sorar Atatürk’e.
Gazi cevap verir: ‘Samsun ve çevresinde bildirilen hadiselerin mübalağalı olduğu basit şeylerdir. Yerinde tahkikat yapıldıktan sonra alınacak tedbirler kolaydır. Fakat şimdiden ne yapacağımı söylemek ve isabetsiz düşmekten çekiniyorum.’ Cevat Paşa bu cevabı takviye eder, fakat Damat Ferit endişelidir; Anafartalar kahramanına Şark’ta kumanda edeceği mıntıkanın sınırlarını soruyor, Gazi ‘ben de bilmiyorum’ cevabını veriyor. Sadrazam vesveseli bir vaziyetle elini harita üzerine koyarak ‘ihtimal şu bölge’ diyor. Cevat Paşa cevap veriyor: ‘Mıntıkanın ehemmiyeti yok Paşa, tabii o mıntıkadaki kuvvetlere kumanda edecek. Hoş zaten nerede kuvvet kaldı ki…” Yemeğin ardından Cevat Paşa ile Mustafa Kemal dışarı çıkarlar, bu yürüyüş sırasındaki konuşma ise Falih Rıfkı tarafından şöyle nakledilir: “Mustafa Kemal. Cevat Paşa’nın koluna girmiş, Teşvikiye’ye doğru yürüyorlar.
Cevat Paşa soruyor: ‘bir şey mi yapacaksınız?’
‘Evet bir şey yapacağım.’
‘Allah muvaffak etsin.’
‘Muvaffak olacağız!’
Ve ayrılıyorlar.” …
Mustafa Kemal’in Samsun yolculuğundan birkaç gün önce 15 Mayıs’ta İzmir işgal edilir. Fevzi Çakmak, adalardaki Rumların İzmir’e çıkma girişiminde bulunmaları durumunda ateşle karşılık verilmesi emrini verdiği için 1. Ordu’daki görevinden azledilmiştir. Yerine ise Cevat Paşa getirilir. Mustafa Kemal, devir töreni sırasında silah arkadaşlarına kararını açıklar. “Ben Anadolu’ya gidiyorum, aramızda fazla münakaşaya lüzum yok. Bana yardım edeceksiniz, diyor. Muvafakat cevabı alıyor. Cevat Paşa’ya, Ulukula civarında bulunan 20. Kolordu’nun hemen Ankara’ya hareket etmesini ve kendisiyle muhabere edebilmek için gizli bir şifre hazırlattırmasını söylüyor.” Sonrasında ise Vahdettin’in bugüne kadar çok tartışılan sözleri geliyor… Atay şöyle aktarıyor: “Mustafa Kemal Yıldız’da Vahidettin’in odasında ve Padişahla adeta diz dizedir. Ecnebi zırhlılarının topları Yıldız’a çevrili..
Vahidettin ‘Paşa, paşa, diyor, memleketimize çok hizmet ettiniz. Bunların hepsi tarihe geçti. Asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden mühim olacaktır.
Paşa, isterseniz devleti kurtarabilirsiniz.”
ATATÜRK’ün Samsun’a Çıkmadan Evvel Yaverine Söyledikleri
Mayıs 1919, İstanbul-Şişli’deki evde:
-Zatı devletlerinizin yaverleri olarak refakatinize memur edilmem sebebiyle bahtiyarım Paşa Hazretleri!
Paşa hafifçe gülüyor:
-Hadi, diyor, hazırlığa başla, birkaç güne kadar yola çıkıyoruz.
-Çok kalacak mısınız Paşam, yoksa teftişi müteakip dönecek misiniz?
Asrın ve tarihin en büyük iradelerinden biri, büyük ve eşsiz asker, yaverinin gözleri içine bakarak şöyle diyor:
-Hayır, dönmeyeceğiz çocuk! Validene ve kardeşlerine veda et. Dönmeyeceğiz!
Kaynak: Muzaffer Kılıç – Vatan Gazetesi, Sayı: 4486, Atatürk İlâvesi, sayfa:3, 10/11/1953.
KAYNAK; Sultan Vahideddin,
Nakleden; Başyaver Avni Paşa
Sayfa 136
Alıntı yapılan kitap; Murat bardakçı, “Şahbaba”
“Ertesi gün 16 Mayıstı, günlerden cumaydı…
Hüzün her zerreye sinmişti. İzmir’in bir gün önce işgal edilmesinin hüznü…
Namazını bu elem havasını teneffüs ederek tamamladı Vahideddin. Sonra camiin hükümdarlara ayrılan yerine, mahfil-i hümayun geçti. Vedaya gelen bir yolcuya “uğurlar olsun” diyecekti. Odada dört kişiydiler. Zat-ı Şahane, yani Vahideddin; Sadrazam Ferid Paşa, başyaver Avni Paşa ve Mirliva ”Tuğgeneral” Mustafa Kemal Paşa. Ortadaki ayakları altın varaklı mermer masanın üzerinde bir Kur’an-ı Kerim duruyordu. Yazısı tezhibinden, tezhibi cildinden nefis elyazması bir Kur’an. Sadrazam dışında herkes askeri üniformalarını giymişti… Zat-ı Şahane de… Bej bir üniforma vardı üzerinde… Masaya doğru birkaç adım attı Vahideddin… Sadrazamla Avni Paşa da hükümdarı takip edip bir adım gerisinde durdular… Herkes ayaktaydı… Mustafa Kemal Paşa asker adımları ile ilerledi, masanın öteki tarafına, padişahın karşısına geçti. Askeri tavrına ruhani bir hava verip, sağ elini Kur’an’ın üzerine koydu ve öbür elindeki küçük kâğıdı okumaya başladı; Sonra mırıltı halinde “Cenab-ı Allah muvaffak etsin” sözleri işitildi. Vahideddin bu yemin merasimini seneler sonra San Remo’da kendisi ile birlikte sürgünde olan baş yaveri Avni Paşa’ya hatırlatacak ve Paşa hatıralarına şöyle yazacaktı:
(Kaynak kitap; Şahbaba, s. 135)
“…Zat-ı şahane elbise askeriyeleri labis olduğu halde ayakta bulunuyorlar. Önlerinde masanın üzerinde dahi Kelam-ı Kadim duruyordu. Sadrazam Paşa, Yaver Paşa, padişahın iki tarafında ve bir adım gerisinde idiler. Mustafa Kemal Paşa’nın tavr-ı askeriyesine dini bir eda dahi vererek ilerledi ve sağ elini Kelam-ı Kadim üzerine koyarak şu yemini eyledi;
“Heyet-i vükelaca tanzim olunup irade-i seniyye-i hazret-i padişahiye iktiran eden 21 maddelik talimat-ı mahsusada musarrah salahiyet-i vasia mucibince Anadolu vilayat-ı şahaneleri bi’l-umum memurin-i mülkiye ve askeriyesi üzerinde icrasına memur bulunduğum teftişat ve tahkikatı rızay-i ali-i cenab-ı hilafetpenahi daire-i necat-ı bahiresinde medar-ı fahr ve mübahat-ı memlukanem olan sadakat-ı kamile ile bezl-i makderet eyleyeceğime vallahi billahi”
Bahriye nazırı Avni Paşa vapurun hazırlanmasını işini günler öncesinden halletmişti. Biraz sonra demir alındı, Karadeniz’e açılmalarından hemen önce bir devriye hücumbotuyla gelip Bandırma’nın (geminin adı) güvertesine çıkan İngiliz denizcileri vizeleri kontrol ettiler ve “please proceed sir!” yani “Lütfen devam ediniz efendim” dediler. (Şahbaba, sayfa 137)
Doğaldır ki bu sözler kendi başına ele alındığında bazıları tarafından Mustafa Kemal’in Samsun’a vatanı düşmandan kurtarmak için gönderilmesine delil olarak yorumlanmıştır. Ancak ne Atay’ın anılarında ne de sonraki yıllarda Atatürk’ün Kurtuluş Mücadelesi ile ilgili sözlerinde padişahın böyle özel bir görevlendirme yaptığına dair bir anektod bulunmamaktadır. Dolayısı ile Padişah’ın devletin kurtarılmasından kastının, Anadolu’da başlayan direniş mücadelesini ve Kuvayi Milliye örgütlerini yok etmek anlamını taşıdığını söylemek mümkün. Mustafa Kemal’in yola çıkacağı gün, kendisine haber gelir, bir düşman torpidosu Bandırma Vapuru’nu izleyecektir. Paşa sebebini merak eder. Tutuklamak içinse, henüz İstanbul’dadır. Gerisini Atay şöyle yazmış
“Gazi bir anda karar verdi. ‘Düşündüklerimi tatbik edemedikten sonra ölmek daha iyidir.’ Hemen Galata rıhtımına iniyor, bir sandalla vapura gidiyor, kaptana hareket emri veriyor. Kaptan ilk defa Karadeniz’e çıkacaktır ve pusula da bozuktur. ‘Kaptan Efendi’ diyor, ‘kıyı kıyı gidersiniz. Maksat Anadolu’nun herhangi bir yerine ayak basmaktan ibarettir. Eski Bandırma çalkana çalkana Sinop’a varıyor, daha kısa kara yolu olmadığından gene onunla Samsun’a gidiliyor. Belki bir torpido takibe çıkmıştır. Fakat Karadeniz’in azgın dalgalarıyla boğuşmaktan kıyı taraflarını arayamamıştır. Mustafa Kemal 19 Mavıs 1919’da Samsun toprağına işte böyle ayak bastı.”
KAYNAK; Gazeteci Nezih Uzel . Eylül 1972 tarihinde Yüzbaşı Bennett’le yapılan mülakat. Alıntı yapılan eser; “ Şahbaba” Belgeler bölümü, 26. Belge
İstihbarat subayı Yüzbaşı bennett, bu vize bahsi açıldığı zaman şunları anlatmıştır; “….Mustafa Kemal’in vize müracaatı sırasında irtibat zabitiydim. Bir müfettişlik heyeti yapmıştı. Ve Mayıs’ın onunda yahut onikisinde bizden ruhsatname istediler. Ruhsatname yani permission. O zaman bir Türk zabitinin Boğazdan geçebilmesi için vize alması lazımdı. Vize talebi geldiği zaman Mustafa Kemal’i tanıyordum. Sultan’a yakınlığını da biliyordum. Padişahın emin bir adamı olduğunu anlamıştık. Vahdettin ona çok güveniyordu. Gitmeden önce padişahla görüşmüştü. Yalnız teşkil ettiği heyet çok kalabalıktı. Büyük zabitler, miralay, mirliva falan. Erkanı-ı harbin (Genelkurmayın) en mühim isimleri gidiyordu. Bunun bir müfettişlik için çok olduğunu hissettim ve benim mes’uliyetimin üzerinde olduğunu gördüm. Zaten bana “Üç-dört kişi gidecek, vize vereceksiniz” gibi bir emir gelmişti. Levazım ve mülazım olmayan yüksek rütbeli 35 kişinin ismini görünce dosyayı aldım, bizim Şişli’deki kumandanlığa gittim. Onlara “Üç-dört kişi yerine 35 kişi gitmek istiyor. Vizeyi vereyim mi?” diye sordum. İngiliz başkomiserliğine, Rumbolt’a telefon ettiler. O zaman sefir yoktu tabii. “Mustafa kemal gitsin, ne lazımsa yapsın. Padişah onlara itimat ediyor. Vizeyi verin” dediler. Ofisime döndüm, vizeleri imza edip teslim ettim. Bizimkilerin anlamadığı bir şey vardı. Ben, vize isteyenlerin heyecanlı olduklarını fark etmiştim zira onları tanımaya başlamıştım. En ileri gelen en zeki zabitler seçilmişti. Sadece bir müfettişlik için çok fazlaydı. Ama mesuliyet bana ait olmadığı için rahattım. O sırada hiç kimse milliyetçilerin bir ordu kurabileceklerine inanmıyordu. İzmir de daha işgal edilmemişti. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının da pek acelesi yoktu. Harbiye Nezareti’ndeki hazırlıklar tamam değildi. Ama Yunanlıların İzmir’i işgal ettiği haberi gelince hemen gitmeye karar verdiler. Bunun için biz 35 kişiye vize verdiğimiz halde, 19’u gitti, çünkü hepsi hazır değildi. …. İsmet Paşa da isteseydi giderdi. Gitmemesi için hiçbir mani yoktu. Vizesi tamamdı ama biraz geç kaldı. Birkaç hafta sonra gitti zannedersem. 19 Mayıs 1919’da Samsun’da Anadolu’daki istiklal yürüyüşünü Atatürk, hayata geçirdiği son 19 Mayıs’ta ise bir başka istiklal yürüyüşünü başlatacaktı.
ATATÜRK’ün Samsun’da PTT Memuru ile İlgili Anısı
Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919′da Samsun’a geldi. Bir süre çalıştıktan sonra kentin postanesine gitti. Görevli bulunan PTT memuru o günü söyle anlatıyor: Hava yağmurlu ve elektrikliydi. O zamanlar paratoner sistemi olmadığı için telleri toprağa vermiştim. Saat gece yarısına yaklaştığı bir anda kapıdaki nöbetçi koşa koşa geldi, bir haber verdi. Mustafa Kemal Paşa geliyor. O sırada, Mustafa Kemal Paşa tek odadan ibaret telgrafhaneye girdi. Ayağa kalktım.
— Buyurun Paşam.
— Derhal Havza ve Amasya ile görüşmem gerekiyor dedi.
— Hava elektrikli, telleri toprağa verdik, sizi görüştüremem!
— Bu, vatanın kurtuluşu ile ilgilidir. Muhakkak görüşeceğim, ya ölürüz, ya vatan kurtulur, dedi.
Ceketin cebinden ipek mendilini çıkarıp maniplenin üzerine koydu. Benim için telleri devreye sokmaktan başka yapacak bir şey kalmamıştı.
— Sen ölürsen ben de ölürüm dedi.
Elimi bırakması için söylediğim ısrarlı sözlere aldırmadı, elimi uzun süre bırakmadı. Önce Havza’yı aradım. Derhal cevap geldi. Nöbetçi memur, Kemal Paşa’nın adamlarının emir beklediklerini söyledi. Paşa şifreli bir not verdi, yazdım. Gelen şifreli cevaba elimi bırakmadan baktı. Bir kâğıda çabucak şifreli bir şeyler yazdı. Havza’ya iletmemi söyledi. Amasya ile de istediği konuşmayı yaptı, sonra;
«Oh çok şükür, şimdi vatan kurtuldu.» dedi ve maiyetiyle gitti. Birden aptallaşmıştım. Oturduğum yerden kalkamadım. Mustafa Kemal Paşa hayatını ortaya koyan bir kişiydi. Fes kapmaya, mevki elde etmeye gelmiş biri olamazdı. O bir gerçek vatanseverdi, ATATÜRK’e hayranlığım yağmurlu bir gecede böyle başladı işte…
Kaynak: yenimakale gazetesi
Tarih 19 Mayıs 1938. Gazi doktorların tüm ısrarlarına karşın Ankara’daki stadyumda törenleri saatlerce izliyor. Birkaç gün önce Hatay’ı işgal altında tutan Fransa’daki gazetelerde Paşa’nın sağlığının iyi olmadığı haberleri çıkmıştır. Bu yüzden uluslararası alanda bir mesaj verilmesi gereklidir. Aynı günün akşamı Mustafa Kemal ani bir kararla, trenle Mersin’e geçiyor. En son sunulan sağlık raporu, günde 12 saatten fazla yatarak dinlenmesini emrediyor. Mümkün değil, Hatay sorunu çözülecek. Mersin’de askeri birliklerin geçit törenini tam 45 dakika izliyor. Bu bir anlamda intihar demek, ama yetmiyor, ertesi gün Atatürk Mersin ve Viranşehir’de incelemelerde bulunuyor. Sonrasında Mersin açıklarında bir deniz gezisine katılıyor. İki gün sonra Adana’ya geçiyor, oradaki askeri birlikleri denetliyor. Çünkü gerekirse hayat için savaşılacak, tüm dünyaya devletin başındayım, sağlığım iyi diye haykırıyor. Akşama fenalaşıyor. Sonrasında sağlığı hızla kötüye gidiyor. İstanbul’a dönünce sağlık sorunlarının anlaşılmaması için Savarona yatına geçiyor. Doktoru kesin istirahat verse de burada toplantılarını sürdürüyor. Diplomatik girişimler, askeri çabalar sonucunda Hatay, 12 Eylül’de bağımsızlığını ilan ediyor. Ulu önder 10 Kasım’da hayata gözlerini yumuyor. 19 Mayıs’ta başlattığı yürüyüş ölümünden sonra 30 Haziran 1939’da nihayete erecek, Hatay vatan toprağına katılacaktı.