• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/pr.ugurcaglar
  • https://www.instagram.com/pr.ugurcaglar/
  • https://www.youtube.com/channel/UC5xIBadC_nofrHaK6OriP_g

Pr. Uğur ÇAĞLAR

İnsan; zamanın akışında olmasına karşın,
zamandan münezzeh
bir eşrefi mahluktur.

İşte tamda bu yüzden anlatılanlar değerlidir, anlatanın nereli ve
kaç yaşında olduğundan ziyade...

Pr. Uğur ÇAĞLAR

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam2
Toplam Ziyaret6737

İnsan türünün beyin merakı son 30 yılda oldukça hızlandı. Beyin görüntüleme teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, beyin hakkında beklenenden daha fazla bilgiye sahip duruma geldik.

İnsan türünün beyin merakı son 30 yılda oldukça hızlandı. Beyin görüntüleme teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, beyin hakkında beklenenden daha fazla bilgiye sahip duruma geldik. Henüz 1980’lerde başlamasına rağmen, özellikle öğrenmenin merkezinin beyin olduğunun fark edilmesi, sadece alan uzmanlarını değil, eğitimcileri, pedagogları, psikologları ve sosyologları da heyecanlandırdı. Böylece “Beyin” pek çok bilim alanında ilgi duyulan, merak edilen konuların başında gelmeye başladı.

When the Air Hits Your Brain: Tales of Neurosurgery kitabının yazarı Amerikalı beyin cerrahı Frank Vertosick, Jr.  Beyin için “1-2 kg ağırlığında yağlı bir organ” tanımını kullanır. Bu açıklamasının beyni küçümsemeye yol açacağını düşünerek şöyle devam eder: “Ruhun nadide bir kumaşı, sinir iplikleriyle dokunmuş” bir mucize olduğunu belirtir. Gerçekten de beyin incelendiğinde, evrendeki sistemlerin bir küçük örneği olarak göze çarpar; beyin de kâinat gibi bütünsel olup, ilişkileri düzenli ve sistemlidir; 100 milyar civarındaki her bir nöron, tıpkı gökyüzündeki her bir yıldız, yeryüzündeki her bir madde gibi birbirleriyle ilişkilidir.

Hatta kısa bir fıkra ekleyelim sonrasında devam edelim…

“Temizlikçi bir kadın dışardan ilkokul diploması almak için sınava girer.

Ders Tabiat Bilgisidir ve sorulara şu cevapları verir:
Soru: Mide ne iş yapar?
Cevap: Sindirim yapar, yediklerimizi öğütür.
Soru: Akciğer ne iş yapar?
Cevap: Solunum yapar. Bizi yaşatır.
Soru: Kalp ne iş yapar?
Cevap: Kan dolaşımı sağlar.
Soru: Beyin ne iş yapar?
Cevap: Bizim apartmanda kapıcılık yapar.”

Beyin nasıl bir şey?

Davranış ve beyin arasındaki ilişkileri inceleyen ve üçlü beyin modelinin kuramcısı olan Dr. Paul MacLean’in yaptığı araştırmalar, insanların sahip olduğu üç ayrı beyinle dünyayı algıladığını ve gösterdiği tepkilerin de birbirinden farklı olduğunu belirledi. MacLean araştırmasını şu cümlelerle özetlemişti: “Bu üç ayrı beyin birbirine bağlanmış üç ayrı biyo-bilgisayar olarak düşünülebilir. Her biri kendine öz yer, zaman, zekâ ve hafıza fonksiyonuna sahiptir.”

Beyin görüntüleme tekniklerinin gelişmesiyle birlikte çekilen MR görüntüleri, beynin iç yüzeyinde neler olduğunu apaçık göstermektedir. Bulgular Dr. Dr. MacLean’in dediğini doğrulamaktadır. Buna göre, beyinde üç katmanlı bir yapı vardır. Bunlar; omuriliğin hemen tepesinden başlayan beyin sapı, limbik sistem ve serebrumdur. Beyin sapını merkez bir çekirdek olarak düşünürsek, bu çekirdeği limbik sistem çevrelerken, üçüncü dış çevre ise iki yarı küreden oluşan serebrum gelmektedir.

Beyin Sapı

Beynin alt kısmında yer alan Beyin Sapı; nefes alma, kan basıncı ve kalp atışlarından sorumludur. Beyin ile beden arasındaki iletişimi sağlayan sinir yolları beyin sapının bir bölümü olan medulladan geçer. Bu sinir lifleri beyin sapını geçtikten sonra, geldikleri beyin lobunun tersine olarak bedende sağ ve sol kısımlara yönelirler. Böylece serebrumdaki sol lob bedenimizin sağ kısmını; sol lob ise bedenimizin sağ kısmını yönetir.

Limbik Sistem

Beynin diğer önemli kısmı ise, tüm omurgalı varlıklarda da bulunan orta beyin adı verilen limbik sistemdir. Bu sistem öğrenmenin, hafızanın en temel bölgesidir. Çünkü öğrenmeye bizi hazırlayan duygularımız, güdülerimiz ve hafıza işlemlerimiz burada gerçekleşmektedir. Limbik sistem üç ayrı yapıya sahiptir: Bunlar; Hipokampus, Amigdala ve Hipotalamustur.

Burada özellikle bilmemiz gereken kısım, hipokampüsün, hafıza işlevlerinin yürütülmesinde etkili olmasıdır. Hipokampusu zarar görmüş bir insanın hafıza kaybı yaşaması doğaldır; artık yeni bir şey öğrenmesi mümkün değildir. Amigdala ise duyguların düzenlenmesinde ve kontrol edilmesinde etkilidir. Hafızada kaydedilmesini istediğimiz unutulmaması gerekenleri amigdala bölgesi harekete geçerek yazılmasını sağlar. Hipotalamus ise yemek yemek, su içmek, cinsellik gibi dürtülerimizi kontrol eder.

Serebrum ise…

Beynimizin üçte ikisini oluşturan ve beyin kabuğu olarak da belirlenen en dış bölgedir. Korteks (cortex) de denilir. Serebrum (korteks) yüksek seviyeli bilişsel ve duygusal işlevleri yürütmekle görevlidir. Cevize benzeyen yapısıyla genelde beyni sembolize eder. Beyin korteksi düşünen, düşündükçe kendi içinde sinirsel ağlar oluşturan bir yapıya sahiptir.

Serebrumun en önemli özelliği, sağ ve sol beyin loblarına (hemisfer) sahip olmasıdır ki, bu bir tür öğrenilenlerin ve hafızada kalması gerekenlerin yazıldığı defterdir; bir nevi amel defteri de diyebiliriz. Bu iki beyin yarım küresi simetrik olup, birbirine Korpus Kallosum adı verilen sinir lifleriyle bağlanmıştır. Bu bağın anlamı şudur: Vücudumun beyin sapında sonra sağa ve sola çaprazlamasına dağılan otonom sinir sistemi aracılığı ile vücudumuzu ve özellikle öğrenmemizi uygun bir şekilde yönetmesidir. Nitekim Kaliforniya teknoloji Enstitüsünde beyin yarım küreleri ve fonksiyonları üzerine taptıkları araştırmalar ve bulgular nedeniyle Tıp alanında Nobel ödülü kazanan Roger Sperry, Joseph Bogan ve Micheal Gazzaniga beyin çağını başlatmışlardır. Aşağıda bu iki yarım küre konusunda tekrar döneceğiz.

 Frontal, Parietal, Oksipital, Temporal Loblar

Beynin yönlerine göre farklı dört lobu daha vardır. Bu dört lob beynin temel sağ-sol iki lobunda da yer alırlar. Bunlardan Frontal lob (ön lob) plan yapma, karar verme, hedef koyma gibi bilişsel etkinliklerde aktiftir. Parietal lob (yan lob) ise deri, kas ve eklemlerdeki duyusal alıcılardan bilgi toplar ve düzenler; harita izler, yol bulmayı sağlar ve mekânsal tariflerden anlar.  Oksipital lob (art kafa lobu) ise görsel bilgileri işler; renk, şekil ve hareketleri organize eder.  Bir de Temporal lob vardır; işitme, duyma ile ilgili bilgileri işler; dili anlama ve kavrama bağlantılarını gösterir.

Beyin yarımküreleri ve Korpus Kallosum

Korpus Kallosum hakkındaki çalışmaların tarihi oldukça yeni. 1960’lara kadar beyin üzerinde herhangi bir cerrahi müdahale olmamıştı. Önceleri savaşta kafasından yaralanan askerlere gelen felçler dikkat çekmişti; çünkü kafatasının sağ tarafından darbe alan askerilerin vücudunun sol tarafına, sol kafatasına darbe alanların ise vücutlarının sağ tarafına felç gelmişti. Bunlardan biri de 2. Dünya savaşında ölen arkadaşları içinden yaralı olarak kurtulan W.J. isimli askerdi. Bu asker kafasından yara almış ve vücuduna felç gelmişti. W.J.’yi iyileştirme çabaları savaştan sonra da devam etmiş, ama olumlu sonuç alınamamıştı. Aksine felç vücuda yayılıyordu. Bilim insanları şaşkındı. Sol taraftan yara almış olan W.J.’nin vücudunun sağ tarafına felç gelmesi normaldi de, bu felç vücudun sol tarafına neden yayılıyordu? Sonun bilim insanları yaralı olan beynin sol lobu, sağ lobu da olumsuz etkileyerek vücudun felçli olmaya kısmını tehdit ettiğini fark ettiler ve bu iki lobun ayrılmasına (kesilerek ayrılmasına) karar verdiler. Böylece W.J. ameliyatla iki beyin lobu birbirinden ayrılan ilk hasta oldu. W.J.’nin beyni tabii ki Korpuz Kallosum denilen yoğun sinir liflerinin kesilmesiyle gerçekleşecekti. Böylece beynin bir tarafındaki yaranın diğer tarafında yayılması engellenmiş olacak; vücuda gelen felcin yayılması da duracaktı.

İşte bu olay beyin lobları hakkında, hem beyin araştırmaları bakımından ve hem de öğrenme ve eğitim dâhil, pek çok davranışın açıklanmasına hizmet etmiş oldu. Özellikle eğitim ve hafıza yöntemlerinde çığır açtı. Bilim insanlarının buluşu şöyleydi:

Yoğun sinir liflerinden oluşan Korpus Kallosum ağ demeti, beynin sağ ve sol lobu arasında sürekli bilgi alışverişinin yapılmasını sağlayan bir köprü vazifesini görmekteydi. Korpus Kallosum kesildiğinde, bu iki lob arasındaki haberleşme kesilmekte ve dolayısıyla aralarında hiçbir yönde bilgi alışverişi mümkün olmamaktaydı. Bilim insanları ortaya çıkan yeni durum üzerinden beynin bu iki lobunun işlevleri üzerine yoğunlaştılar. Karmaşık testler sonucu hangi işlemin hangi beynin sağ lobunda, hangilerinin beynin sol lobunda gerçekleştiğine ilişkin bulgular elde ettiler. Sonuçlar gerçekten ilginçti: Beynin her lobunun uzmanlık alanı farklıydı ve bilgiyi işleme tarzları da aynı değildi.

Öğrenme ve sağ lob – sol lob gerçeği

Birçok test sonucunda nüfusun % 95’nin sol lobunun konuşma, matematiksel işlemler, diziler, sayılar ve analiz gibi konularda üstün olduğu, mantıklı ve lineer çalıştığı tespit edilmişti. Aynı şekilde çoğunluğun sağ lobunda da ritim, hayal kurma, renkler, boyut, hacim, müzik gibi fonksiyonlar icra edilmekteydi. Ülkemiz gibi eğitim sistemi sınav odaklı ülkelerde çocukların sol beyinlerine akademik yatırım yapılmakta, sağ beyin fonksiyonları ihmal edilmektedir. Bu durum aslında yaş ilerlemesi durumunda sağ beynin yok olması anlamına gelmektedir. Sağ beyni en etkili kullanan yaş grubunun çocuklar olduğu gerçeği çocukken daha iyi öğrendiğimiz gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Çocukken her iki lobu da etkili bir şekilde birlikte kullanmaktaydık; bir yandan hayal kurarken, diğer uygulama yaparak iki lobu da ilişkilendiriyorduk. Büyüdükçe “ihtisas” nedeniyle edindiğimiz meslekleri yanlış yorumlayarak, tek loba mahkum hale gelmiş olduk.

Beynin tanınması, detayları hakkındaki araştırmalar eğitim ve öğrenme bağlamında yeni çığırların açılmasına vesile oldu. Bu çerçevede özellikle beyin temelli öğrenme çalışmaları popüler hale geldi. Beynin kendi doğasına uygun bir öğrenme yöntemiyle verilecek eğitim ve öğrenmenin daha hızlı ve kalıcı olduğu ortaya çıktı. Özellikle iki beyin lobunun öğrenme esnasında birlikte kullanılması gereği belirginleşti.

Öğrenme ve sinir hücreleri

100 milyarın üzerinde nöron (sinir) hücresi bulunan bir beyin sermayesi taşıyan insanın, beynini etkili kullanması insan olmasının bir gereğidir. Öğrenme ve beyin hücreleri arasındaki bağ çok önemlidir. Beyin hücreleri öğrenme gibi faaliyetlerle kullanılmazsa ölmekte; ölen hücrelerin yerine yenisi yaratılmamaktadır. Sağ ve sol lob aracılığıyla öğrenilen her bilgi (veri) nöronlarda korunmakta, öğrenilen her yeni bilgi ile hafıza ilişkileri kuruldukça nöronları birbirine bağlayan aksonlar ve dendirtler aracılığıyla beynimizde muhteşem bir örgü meydana gelmektedir.

Sinir hücreleri arasındaki bağ kurulması işlemini evler arasında kablo ile telefon hattı çekilmesine benzetebiliriz. Başlangıçta nöronlara arasındaki bağlantı olmamasını aralarında telefon hattı olmayan ve birbirleriyle haberleşemeyen evler gibi düşünebiliriz. Birbirini tanımayan insanların tanıştıklarında daha sık görüşmek için hemen evleri arasında telefon hatları döşediklerini varsayalım. Her yeni tanışmada çekilecek telefon hatları sonucunda o yerde bir ağ tabakası oluşacaktır.

Aynı şey, tanıştığımız her yeni insanla aramızda kurduğumuz iletişim için de geçerlidir. Buna kişisel “network” deniyor; çevre genişletmenin adı da “networking” oldu. Sosyal hayatta, özellikle iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle, Facebook, Google, YouTube gibi networking araçları sizi toplumsal hayatın nasıl da bir parçası haline getiriyor, düşününüz!  Bunun gibi çemberi genişletirsek, her insan bu dünya ve bu kâinat içindeki böyle bir ağın bir parçası değil midir? Beynin bütünselliği, algılamada bütünsellik, öğrenmede de beyni bir bütün olarak kullanmak Yaratıcının kâinattaki sistemine ne kadar da uygun değil midir? O halde yapılması gereken beyin temelli öğrenmeye dönmektir.

Öğrenme ve hafıza gücünü kullanarak beyin hücreleri arasındaki networking kuran insanların beyni daha gelişmiştir; pozitif, özgüvenli, erdemli, iletişim becerisi yüksek, saygın ve saygılı, entelektüel, sorunlara çözüm bulabilen, uzlaşmacı, akıllı, iradeli, odaklanmasını bilen insanlardır. Neden? Çünkü bu insanlar her iki beyin lobunu birlikte kullanmakta; beyin hücreleri arasında sistemli, düzenli ve yaygın ağ kurmakta; kısacası beynini yukarıda açıklanan şekilde etkili kullanmaktadırlar.

O halde diyebiliriz ki, insan, beynini kullanabildiği kadar “insan”dır.



24 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın